19 Mart 2013 Salı
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif ERSOY
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif ERSOY
26 Şubat 2013 Salı
Bunları Biliyor muydunuz?
Bir çok hastalığın ana sebebini anlamak için, lütfen aşağıda aktarılan bilgileri dikkatlice ve özenle okuyalım, paylaşalım.
* Vücut su kıtlığı çektiğinde kandaki suyu kullanırsa,
YÜKSEK TANSİYON hastalığına yakalanırız.
* Vücut su kıtlığı çektiğinde omurlardaki suyu kullanırsa,
BEL VE BOYUN FITIĞI hastalığına yakalanırız.
* Vücut su kıtlığı çektiğinde kemiklerdeki suyu kullanırsa,
gut - atrit gibi romatizmal hastalıklara yakalanırız.
* Vücut su kıtlığı çektiğinde akciğerdeki suyu kullanırsa,
ASTIM hastalığına yakalanırız.
* Vücut su kıtlığı çektiğinde pankreastaki suyu kullanırsa,
ŞEKER hastalığına yakalanırız.
* Vücut su kıtlığı çektiğinde midedeki suyu kullanırsa,
ÜLSER hastalığına yakalanırız.
* Bağırsaklarda su eksilirse, kabızlık meydana gelir ve
KOLON kanseri olma tehlikesi yaşarız.
* Hücrenin su eksikliği çok artarsa, beynimiz hücreye oksijen göndermeyi keser. Oksijen kesilmesi sonucunda da hücre KANSERLEŞME sürecine girer !!!...
Hasta olmamak için vücüdumuzu susuz bırakmamalıyız.
Alkali - Canlı su içmeliyiz. Alkali ve canlı olmayan sular ne kadar çok içilse de vücut yine susuz kalmaktadır !!!...
Çağımızın en büyük problemi ; içilen ölü sulardır !!!
Hasta değil susuzsunuz .....
24 Şubat 2013 Pazar
23 Şubat 2013 Cumartesi
20 Şubat 2013 Çarşamba
Çoğu zaman öğretmen olmayanların haksız eleştirilerine maruz kalıyoruz. Tatilse evet, yaptık iki ay paşalar gibi... Seminerse yazıldık, gittik, katıldık. Sen mesaini akşama kadar sigaraydı, çaydı, kahveydi, muhabbetti diye doldururken, ürettiğin sadece belki ömrü birkaç senelik ürünken ya da bilgisayar ekranındaki rakamlarken, ben insanla uğraşıyorum. Senin geleceğini çiziyorum. Otobüste ayakta kalma diye, yaşlandığında sana saygı duyulsun diye çalışıyorum. Hesaplarının içi boşaltılmasın, berber saçını doğru kessin, çöpçü çöpünü düzgün toplasın diye uğraşıyorum. Bunları da sadece 1600 lira + maksimum 450 liraya yapıyorum. Sorsam çok para diyebilirsin. Eğer bazı meslektaşlarımı görmüşsen, işini eksik yapan ya da önemsemeyen ; herkesi öyle sanmamalısın. Uzaktan anca "liseli" diye geçip gittiğin ya da "bırak Allah'ın ergenini" dediğin çocukla hiç 45 dakika konuştun mu? Hayata onun algılama penceresinden baktın mı? Yolda elinde sigara ile etrafındakilere tehditkar tavırlar sergilendiğinde üzüldün mü hiç? Hayatta 40 tane insanı karşına alıp, yaşlarının da 13-14 olduğunu bilmene rağmen onlara saygı duydun mu hiç? Ağızdan çıkan her şeyi kaydeden bu dimağlara karşı sorumlu olmayı hiç yaşadın mı?
İmkan yok kardeşim, kimse kusura bakmasın... Maaşının 600 lirası vergi olarak kesilen bir meslek yapalım, hala "yata yata para kazınıyorsunuz" deyin. Bunun adı yatmaksa, evet yatıyorum arkadaşım!!! Var mı itirazı olan???
İmkan yok kardeşim, kimse kusura bakmasın... Maaşının 600 lirası vergi olarak kesilen bir meslek yapalım, hala "yata yata para kazınıyorsunuz" deyin. Bunun adı yatmaksa, evet yatıyorum arkadaşım!!! Var mı itirazı olan???
19 Şubat 2013 Salı
HER ŞEY BENİM SEÇİMİM
ANLAMAK SEVMENİN BAŞLANGICIDIR....
BİR YERLERE VARMAK İÇİN ÖNCE KENDİNE UĞRAMALI İNSAN..İNSANIN GİDECEĞİ TÜM YOLLAR KENDİNDEN GEÇER..
VEEEEE BİR ŞEYİ GERÇEKTEN İSTİYORSANIZ BİR YOLUNU BULURSUNUZ, İSTEMİYORSANIZ DA BİR BAHANE...
YAPTIĞINIZ HER ŞEY SİZİN SEÇİMİNİZDİR....
BİR YERLERE VARMAK İÇİN ÖNCE KENDİNE UĞRAMALI İNSAN..İNSANIN GİDECEĞİ TÜM YOLLAR KENDİNDEN GEÇER..
VEEEEE BİR ŞEYİ GERÇEKTEN İSTİYORSANIZ BİR YOLUNU BULURSUNUZ, İSTEMİYORSANIZ DA BİR BAHANE...
YAPTIĞINIZ HER ŞEY SİZİN SEÇİMİNİZDİR....
18 Şubat 2013 Pazartesi
öyle yaşa işte
Her zaman bir kitabın sonuna yaklaşır gibi yaşa.
Lunaparkta kaybolmuş gibi yaşa.
Oyuncak dükkanında kaybolmuş çocuğun iştahıyla yaşa.
Kaybolmuşluğu unut, etrafına bak!
Yüzmek gibi yaşa, boğulmak gibi değil.
Uçmak gibi yaşa, düşmek gibi değil.
Kuş sesleriyle bir ağacın gölgesinde uzanır gibi yaşa.
Kaşık kaşık çikolata yeyip, ellerini beyaz tişörtüne silen çocuk gibi yaşa.
Saatlere bakmadan yaşa.
Beklemeden yaşa.
Yorulmadan yaşa.
Bir tırtılın kelebek olma hayali vardır,
Senin de bir hayalin olsun.
Öyle yaşa işte!
Boynu bükük soru işaretlerini boşver! Dik ünlemlerin var.
Noktaları at çöpe, kucak dolusu virgül getirdim sana.
Tanrı’nın sana uzattığı beyaz kağıdı geri çevirme.
Yani diyorum ki;
Yaşa da,
Nasıl yaşarsan yaşa!
Mornie Menel
Lunaparkta kaybolmuş gibi yaşa.
Oyuncak dükkanında kaybolmuş çocuğun iştahıyla yaşa.
Kaybolmuşluğu unut, etrafına bak!
Yüzmek gibi yaşa, boğulmak gibi değil.
Uçmak gibi yaşa, düşmek gibi değil.
Kuş sesleriyle bir ağacın gölgesinde uzanır gibi yaşa.
Kaşık kaşık çikolata yeyip, ellerini beyaz tişörtüne silen çocuk gibi yaşa.
Saatlere bakmadan yaşa.
Beklemeden yaşa.
Yorulmadan yaşa.
Bir tırtılın kelebek olma hayali vardır,
Senin de bir hayalin olsun.
Öyle yaşa işte!
Boynu bükük soru işaretlerini boşver! Dik ünlemlerin var.
Noktaları at çöpe, kucak dolusu virgül getirdim sana.
Tanrı’nın sana uzattığı beyaz kağıdı geri çevirme.
Yani diyorum ki;
Yaşa da,
Nasıl yaşarsan yaşa!
Mornie Menel
İkinizi de harcarım
Bir mahkeme salonu düşünün... Bir davada tanıklık etmesi için kürsüye yaşlı
bir teyzeyi çağırırlar.
Kadın yerine oturur ve davalının avukatı kadına yaklaşır...
- Bayan Jones... Beni tanıyor musunuz? Yaşlı teyze yanıt verir:
- “Ah evet Bay Williams sizi çocukluğunuzdan beri tanıyorum. Siz taa o zamanlar bile aileniz için tam bir baş belasıydınız. Sürekli yalan söylüyorsunuz, karınızı komşunuzla aldatıyorsunuz, en yakınım dediğiniz insanların arkasından konuşuyorsunuz, 2 dolar fazla kazanmak için herkesi satarsınız...”
Davalının avukatı başta olmak üzere bütün salon şok olur. Adam ne yapacağını bilemez bir halde kadına tekrar sorar :
- Peki Bayan Williams, ya karşı tarafın avukatını tanıyor musunuz?
Kadın yerine oturur ve davalının avukatı kadına yaklaşır...
- Bayan Jones... Beni tanıyor musunuz? Yaşlı teyze yanıt verir:
- “Ah evet Bay Williams sizi çocukluğunuzdan beri tanıyorum. Siz taa o zamanlar bile aileniz için tam bir baş belasıydınız. Sürekli yalan söylüyorsunuz, karınızı komşunuzla aldatıyorsunuz, en yakınım dediğiniz insanların arkasından konuşuyorsunuz, 2 dolar fazla kazanmak için herkesi satarsınız...”
Davalının avukatı başta olmak üzere bütün salon şok olur. Adam ne yapacağını bilemez bir halde kadına tekrar sorar :
- Peki Bayan Williams, ya karşı tarafın avukatını tanıyor musunuz?
Kadın yine yanıtlar:
- “Elbette tanıyorum. Çocukluğunda ona dadılık yapmıştım.. Tembel, ödlek ve alkolik adamın tekidir.. Etrafında bir tek dostu yoktur ve herkes onun hala geceleri altına kaçırdığını söylüyor..”
- “Elbette tanıyorum. Çocukluğunda ona dadılık yapmıştım.. Tembel, ödlek ve alkolik adamın tekidir.. Etrafında bir tek dostu yoktur ve herkes onun hala geceleri altına kaçırdığını söylüyor..”
Yine herkes şokta.. Bütün salonu bir uğultu kaplar..
Hâkim kürsüye tak tak tak vurup herkesi susturur ve her iki tarafın avukatını da kürsüye çağırır ve ikisine de eğilmelerini söyleyerek kulaklarına şunu fısıldar...
- “Eğer bu kadına beni tanıyıp tanımadığını sorarsanız ikinizi de harcarım.”
Hâkim kürsüye tak tak tak vurup herkesi susturur ve her iki tarafın avukatını da kürsüye çağırır ve ikisine de eğilmelerini söyleyerek kulaklarına şunu fısıldar...
- “Eğer bu kadına beni tanıyıp tanımadığını sorarsanız ikinizi de harcarım.”
Hakemler ve avukatlarda bizde
Bir devrin tüm as ve klas futbolcuları cennette buluşmuş. Cennetin baş
meleği de futbol meraklısıymış. Şeytanı çağırtmış:
-"Cennetle cehennem arasında bir maç düzenleyelim ne dersin?"
-"Boşuna oynamayalım, biz kazanırız", demiş şeytan.
-"Olur mu en iyi futbolcular bizde, ne kadar da kötü futbolcu varsa sizde..."
Şeytan şeytanca gülümsemiş:
-"Ama bütün hakemler ve avukatlar da bizde..."
-"Cennetle cehennem arasında bir maç düzenleyelim ne dersin?"
-"Boşuna oynamayalım, biz kazanırız", demiş şeytan.
-"Olur mu en iyi futbolcular bizde, ne kadar da kötü futbolcu varsa sizde..."
Şeytan şeytanca gülümsemiş:
-"Ama bütün hakemler ve avukatlar da bizde..."
EV
EV
Tıp fakültesini yeni
bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere, Konya'ya bağlı bir
beldenin sağlık ocağına gitmiştim. Gençtim, bekârdım. Küçük bir beldeydi
gittiğim yer. İlk gece bir eve misafir olmuştum. Tren istasyonunun hemen
yanında bir evdi. Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler
edilmişti. Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı.
Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu. Ev sahibine bir şey
de diyemiyordum. Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü
olan Hacıanneye sıkılarak:
- Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor ? dedim.
Hacı anne:
- Evlâdım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz dedi.
Merak ettim, tekrar sordum:
- Trenden sizin bir yakınınız mı inecek ?
Hacı anne:
- Hayır evlâdım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte, yakınlarda,ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır. Buraların yabancısı biri geldiğinde, ışığı yanan bir ev bulsun diye bekliyoruz . . .
- Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor ? dedim.
Hacı anne:
- Evlâdım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz dedi.
Merak ettim, tekrar sordum:
- Trenden sizin bir yakınınız mı inecek ?
Hacı anne:
- Hayır evlâdım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte, yakınlarda,ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır. Buraların yabancısı biri geldiğinde, ışığı yanan bir ev bulsun diye bekliyoruz . . .
DEJA VU
“Déjà vu” çokça bilinen bir fenomendir.Ama bir de tersi var “Jamais vu”
(jemevu).Bilindiği gibi dejavu anı daha önceden yaşadığınız hissidir, sözlük
anlamı da zaten “önceden görülmüş” demektir.Yani aslında yaşamadığınız bir şeyi
yaşamışlık hissi.Jemevu ise, aslında yaşadığınız bir olayı yaşamadığınızı
sanmanızdır.
Leeds Üniversitesinde yapılan araştırmada, 95 kişiden 60 saniye içinde 30 kere “kapı” yazmaları istendi.60 saniyenin sonunda katılanların %68′i “kapı diye bi kelime var mı ki ??” diye kendinden şüphe etmeye başladı yani jemevu belirtileri gösterdi.Bu da jemevunun beyin yorgunluğu ile alakalı olduğunun göstergesi.
“Dilimin ucunda” diye tabir ettiğimiz durumda bu iki sendromla alakalıdır. Beynin, yorgunluk veya başka sebeplerden dolayı bir görüntü, ses, vb. herhangi bir girdiyi, giriş anı sırasında algılayamamasından kaynaklanabilir. Beyin bu girdiyi algıladığında kişi bu olayı daha önce yaşadığı hissine kapılabilir.
Leeds Üniversitesinde yapılan araştırmada, 95 kişiden 60 saniye içinde 30 kere “kapı” yazmaları istendi.60 saniyenin sonunda katılanların %68′i “kapı diye bi kelime var mı ki ??” diye kendinden şüphe etmeye başladı yani jemevu belirtileri gösterdi.Bu da jemevunun beyin yorgunluğu ile alakalı olduğunun göstergesi.
“Dilimin ucunda” diye tabir ettiğimiz durumda bu iki sendromla alakalıdır. Beynin, yorgunluk veya başka sebeplerden dolayı bir görüntü, ses, vb. herhangi bir girdiyi, giriş anı sırasında algılayamamasından kaynaklanabilir. Beyin bu girdiyi algıladığında kişi bu olayı daha önce yaşadığı hissine kapılabilir.
Kola araştırması
Kola Araştırması;
* İlk 10 dakikada: Kanınıza hemen 10 çay kaşığı kadar şeker girer. Bu normal günlük dozun 100 katı kadardır. Bulantınızın olmamasının nedeni içinde bulunan fosforik asiddir.
* İlk 20 dakikada: Kan şekeriniz aşırı şekilde yükselir. Bunun sonucu pankreasınızda aşırı derecede insülin salgılanır ve kan şekerinin fazlası karaciğerde yağ olarak depolanmaya başlar. 40 dakika içinde: Kafeinin tamamı dolaşıma girmiş olur. Kan basıncı yükselir, karaciğerden daha fazla şeker yapılarak kana geçer ve kan şekeri tekrar yükselir.
* 45 dakika içinde: Beyinde dopamin yapımı artar, mutluluk hissi başlar (eroinin etkisine benzer bir etki meydana gelir.)
* 60 dakika içinde: Ani açlık hissi oluşur.
Sonuç: Tekrar kolaya ve tatlılara saldırısınız. Bu kısır döngü devam ettiği süre karaciğer ve göbek yağlanması artar, vücudun tüm hücrelerinde leptin ve unsilin gelişir. Şişmanlık hastalığını başlatmıştır ve bütün dejeneratif hastalıkların nedenidir.
* İlk 10 dakikada: Kanınıza hemen 10 çay kaşığı kadar şeker girer. Bu normal günlük dozun 100 katı kadardır. Bulantınızın olmamasının nedeni içinde bulunan fosforik asiddir.
* İlk 20 dakikada: Kan şekeriniz aşırı şekilde yükselir. Bunun sonucu pankreasınızda aşırı derecede insülin salgılanır ve kan şekerinin fazlası karaciğerde yağ olarak depolanmaya başlar. 40 dakika içinde: Kafeinin tamamı dolaşıma girmiş olur. Kan basıncı yükselir, karaciğerden daha fazla şeker yapılarak kana geçer ve kan şekeri tekrar yükselir.
* 45 dakika içinde: Beyinde dopamin yapımı artar, mutluluk hissi başlar (eroinin etkisine benzer bir etki meydana gelir.)
* 60 dakika içinde: Ani açlık hissi oluşur.
Sonuç: Tekrar kolaya ve tatlılara saldırısınız. Bu kısır döngü devam ettiği süre karaciğer ve göbek yağlanması artar, vücudun tüm hücrelerinde leptin ve unsilin gelişir. Şişmanlık hastalığını başlatmıştır ve bütün dejeneratif hastalıkların nedenidir.
Bunları Biliyormusunuz
Eski Mısır'da tırnakları başta koyu kırmızı olmak üzere canlı renklerle
boyamak asaletin simgesiydi. Köleler ve fakir kesim ise tırnaklarını soluk
renklere boyarlardı
Boğalar renk körüdür ve doğal olarak KIRMIZIYA saldıramazlar. Saldırganlıklarının
tek nedeni hareket eden pelerin ve matadora da sinirlenmeleridir.
Konserve açacağı konserve'nin keşfinden 48 sene sonra
bulunmuştur.
(Açacak bulunmadan önce onun kadar pratik olmayan aletler kullanıldığı sanılıyor...)
(Açacak bulunmadan önce onun kadar pratik olmayan aletler kullanıldığı sanılıyor...)
Eski roma
Camdan hazırlanmış kaplar eski Roma' da altın ve gümüşten daha
değerliymiş..
hadi hanımlar toplayın tüm camları...Eski Roma' ya gidiyoruz..
hadi hanımlar toplayın tüm camları...Eski Roma' ya gidiyoruz..
İNSANI DÜZELTTİĞİNDE DÜNYA DA DÜZELİR
DÜNYAYI
DÜZELTMEK
Adam,
bir haftanın yorgunluğundan sonra, pazar sabahı kalktığında keyifle eline
gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını hayal ediyordu.
Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve parka ne zaman gideceklerini sordu.
Baba, oğluna söz vermişti; bu hafta sonu parka götürecekti onu ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu.
Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti.
Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna uzattı:
- Eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni parka götüreceğim! dedi.
Sonra düşündü:
- Oh be, kurtuldum! En iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez!
Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi:
- Babacığım, haritayı düzelttim. Artık parka gidebiliriz! dedi.
Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içindeydi ve oğluna bunu nasıl yaptığını sordu.
Çocuk şu ibretlik açıklamayı yaptı:
- Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi vardı. İnsanı düzeltiğim zaman dünya kendiliğinden düzelmişti !
Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve parka ne zaman gideceklerini sordu.
Baba, oğluna söz vermişti; bu hafta sonu parka götürecekti onu ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu.
Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti.
Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna uzattı:
- Eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni parka götüreceğim! dedi.
Sonra düşündü:
- Oh be, kurtuldum! En iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez!
Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi:
- Babacığım, haritayı düzelttim. Artık parka gidebiliriz! dedi.
Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içindeydi ve oğluna bunu nasıl yaptığını sordu.
Çocuk şu ibretlik açıklamayı yaptı:
- Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi vardı. İnsanı düzeltiğim zaman dünya kendiliğinden düzelmişti !
AVUKATLAR VE İLGİNÇ SAVUNMALARI
Avukatlar...
"Uykusunda ölen bir insan, ertesi günün sabahına kadar bunun
farkına varamaz, değil mi doktor?"
"En genç olan oğlunuz, hani şu 20 yaşında olan, kaç yaşındaydı?"
"Resminiz çekilirken orada mıydınız?"
"Yalnız mıydınız, yoksa kendi başınıza mıydınız?"
"Savaşta öldürülen kardeşiniz miydi yoksa siz miydiniz?"
"Sizi öldürdü mü?"
"Çarpışma esnasında araçlar arasında ne kadar mesafe vardı?"
"Oradan ayrılana kadar orada mı kaldınız?"
"Kaç kere intihar etmeyi başardınız?"
Soru: "8 ağustosta mı hamile kaldınız?"
Cevap: "Evet."
Soru: "peki o anda siz ne yapıyordunuz?"
Soru: "Üç çocuğunuz var, değil mi?"
Cevap: "Evet."
Soru: "Kaçı erkek?"
Cevap: "Erkek yok."
Soru: "Hiç kızınız var mı?"
Soru: "Merdivenler alt bodruma iniyor dediniz, değil mi?"
Cevap: "Evet."
Soru: "Peki bu merdivenler yukarı da çıkıyor muydu?"
Soru: "Bay X, geçen yaz kusursuz bir balayına çıktınız, değil
mi?"
Cevap: "Evet, Avrupa'ya..."
Soru: "Eşiniz de sizinle geldi mi?"
Soru: "Ilk evliliğiniz niçin sona ermişti?"
Cevap: "Ölüm sebebiyle."
Soru: "Kim ölmüştü?"
Soru: "Şüpheliyi tarif edebilir misiniz?"
Cevap: "Orta boyluydu, sakalı vardı."
Soru: "Erkek miydi yoksa kadın mı?"
Soru: "Bugüne kadar kaç ölü üzerinde otopsi yaptınız, doktor?"
Cevap: "Bugüne kadarki bütün otopsilerimi ölüler üzerinde
yaptım."
Soru: "Bütün cevaplarınız sözlü olmak zorunda, anlaştık mı? Şimdi,
hangi okula gidiyorsunuz?"
Cevap: "Sözlü."
Soru: "Otopsiye başladığınız zamanı hatırlıyor musunuz?"
Cevap: "Aksam 8.30 civarında başladık."
Soru: "Bay X o esnada ölü müydü?"
Cevap: "Hayır, sandalyeye oturmuş neden otopsi yaptığımı merak
ediyordu."
Soru: "Idrar örneği verme imkânınız var mı?"
Cevap: "Kendimi bildim bileli yapabilirim."
Soru: "Otopsiye başlamadan önce Bay Xin nabzına baktınız mı doktor?"
Cevap: "Hayır."
Soru: "Kalbini dinlediniz mi?"
Cevap: "Hayır."
Soru: "Nefes alıp almadığını kontrol ettiniz mi?"
Cevap: "Hayır."
Soru: "O halde siz otopsiye başlarken Bay X hala yaşıyor olabilir,
değil mi?"
Cevap: "Hayır."
Soru: "Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz, doktor?"
Cevap: "Çünkü adamın beyni masamın üstünde bir kavanozun
içindeydi."
Soru: "Yine de hasta hala yaşıyor olamaz mıydı?"
Cevap: "Evet, hatta şu anda bir mahkeme salonunda avukatlık yapıyor
olabilir
BARIŞ MANÇO...
Barış Manço Fransa'da bir televizyon kanalının canlı yayınına
konuktur. Küstah bir spiker vardır ve Barış Manço ile dalga
geçmektedir. Sürekli, " İşte Türk, yani barbar, vahşi vs... "
demektedir...
Barış Manço daha fazla dayanamaz ve spikere " Yanınızda kâğıt para var mı?" diye sorar!
Bu soruya spiker şaşırır ve " Evet var ama n'olacak " der.
Barış Manço ısrar edince spiker cebindeki kâğıt paraları çıkartır.
Bu olaydan az önce Barış Manço canlı yayında "Anahtar" adlı şarkısını söylemiştir. Bu şarkının bir bölümü şöyledir:
" Beş Akif- bir Saat Kulesi, iki Kule-bir Fatih, beş Fatih-bir
Mevlana, İki Mevlana-bir Sinan" (Barış Manço / Anahtar şarkısı / Darısı Başınıza Albümü / 1992).
Bu şarkı bir matematik sorusudur ve şarkıda adı geçen kişiler o dönemdeki Türk parası olan banknotların arkasında fotoğrafı olan kişilerdir...
Barış Manço spikere sorar: " Bu paranızda fotoğrafı olan kişi kim? "
Spiker: "General ."
Barış Manço diğer paralardaki fotoğrafları olan kişileri de sorar, spikerin verdiği cevaplar hep aynıdır, "General, Amiral, "Komutan" Spikerin bu "falanca
General, falanca Amiral, falanca Komutan" cevabından sonra, bu sefer de Barış Manço cebinden Türk paralarını çıkarır...
Barış Manço der ki: Bu parada fotoğrafı olan kişi Mehmet Akif Ersoy'dur. Şairdir... Bu fotoğraftaki kişi Mevlana'dır. Düşünürdür...
Bu paradaki fotoğrafı olan kişi Fatih Sultan Mehmet'dir. Adaletin sembolüdür...
Bu paradaki kişi ise Atatürk'tür. "Yurtta barış, dünyada barış" diyen kişidir. Bizim paralarımız bunlar. Biz Türkler ince ruhlu,
kibar, medeni insanlar olduğumuz için paralarımızın arkasına
şairlerimizin, düşünürlerimizin, bilim adamalarımızın fotoğraflarını bastık...
Siz Fransızlar kendiniz barbar, vahşi olduğunuz için paralarınızın arkasına hep savaş Adamlarının fotoğraflarını basmışsınız!" der...
Barış Manço'nun bu müthiş cevabından sonra televizyon yöneticileri canlı yayını keserler ve spikeri yayından alırlar, başka bir spiker yerine gelir ve canlı yayın yeniden başlar, yeni spiker Barış Manço'dan ve Türklerden özür diler...
konuktur. Küstah bir spiker vardır ve Barış Manço ile dalga
geçmektedir. Sürekli, " İşte Türk, yani barbar, vahşi vs... "
demektedir...
Barış Manço daha fazla dayanamaz ve spikere " Yanınızda kâğıt para var mı?" diye sorar!
Bu soruya spiker şaşırır ve " Evet var ama n'olacak " der.
Barış Manço ısrar edince spiker cebindeki kâğıt paraları çıkartır.
Bu olaydan az önce Barış Manço canlı yayında "Anahtar" adlı şarkısını söylemiştir. Bu şarkının bir bölümü şöyledir:
" Beş Akif- bir Saat Kulesi, iki Kule-bir Fatih, beş Fatih-bir
Mevlana, İki Mevlana-bir Sinan" (Barış Manço / Anahtar şarkısı / Darısı Başınıza Albümü / 1992).
Bu şarkı bir matematik sorusudur ve şarkıda adı geçen kişiler o dönemdeki Türk parası olan banknotların arkasında fotoğrafı olan kişilerdir...
Barış Manço spikere sorar: " Bu paranızda fotoğrafı olan kişi kim? "
Spiker: "General ."
Barış Manço diğer paralardaki fotoğrafları olan kişileri de sorar, spikerin verdiği cevaplar hep aynıdır, "General, Amiral, "Komutan" Spikerin bu "falanca
General, falanca Amiral, falanca Komutan" cevabından sonra, bu sefer de Barış Manço cebinden Türk paralarını çıkarır...
Barış Manço der ki: Bu parada fotoğrafı olan kişi Mehmet Akif Ersoy'dur. Şairdir... Bu fotoğraftaki kişi Mevlana'dır. Düşünürdür...
Bu paradaki fotoğrafı olan kişi Fatih Sultan Mehmet'dir. Adaletin sembolüdür...
Bu paradaki kişi ise Atatürk'tür. "Yurtta barış, dünyada barış" diyen kişidir. Bizim paralarımız bunlar. Biz Türkler ince ruhlu,
kibar, medeni insanlar olduğumuz için paralarımızın arkasına
şairlerimizin, düşünürlerimizin, bilim adamalarımızın fotoğraflarını bastık...
Siz Fransızlar kendiniz barbar, vahşi olduğunuz için paralarınızın arkasına hep savaş Adamlarının fotoğraflarını basmışsınız!" der...
Barış Manço'nun bu müthiş cevabından sonra televizyon yöneticileri canlı yayını keserler ve spikeri yayından alırlar, başka bir spiker yerine gelir ve canlı yayın yeniden başlar, yeni spiker Barış Manço'dan ve Türklerden özür diler...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)